Kendisine Dönük İroni; Dokunup Geçme Sanatı / Vladimir Jankélévitch





…Neyse ki doğa,ironiden yoksun olunduğunda,isteklerin aşırı gelişimini kendiliğinden dengeleyen bazı düzen mekanizmaları verir bize:İstekleri birbiri aracılığıyla etkisiz hale getirerek,içgüdüler arasındaki rekabeti düzene koyarak,isteklerin belli belirsiz hareketini ve aşırı doğurganlığını sınırlar ve hegamonyaya giden yolu karşılıklı olarak birbirlerine tıkamalarını sağlar;öte yanda,farklı görevler içeren gündelik yaşam bize dayattığı düşünsel esneklikle adına Tutku denen o gönül eğlencesine karşı mücadele eder etkin biçimde.Demek ki her arzumuz bir takıntıya dönüşebilir,ama hepsi dönüşmez,çünkü ötekiler de kendi isteklerini öne sürerler,üstelik dış dünya da onların frenlenmesine pek izin vermez.Buna karşın karşıt eğilimlerin gerilim gücünü içlerinde taşıyamayan düşçü mizaçlar vardır:Uyum gösterme zorunluluğu,içgüdülerin iç savaşı onlarda etkili olmaz;ne kendi duygularının ağırlığını kaldırabilmeyi,ne de yüreklerinin dokunaklılığını bastırmayı becerirler;bunlar ağır ve Schumann’ın “Kinderszenen”indeki çocuk gibi “neredeyse fazla ciddi”(fast zu ernst) mizaçlardır;en önemsiz duygularının içine bile,art düşüncesiz,önlemsiz bir şekilde,vargüçleriyle dalarlar; aşk,öfke,coşkunluk,yaşadıkları her ne olursa olsun,yüreklerini katarlar işin içine ve bu yüzden de,bir anlamda duygularının derinliklerine kadar indiklerini ifade etmek için “koşulsuz” olarak nitelenirler.Bir sözde,gülümsemede,bakışta,el sıkmada bütünüyle koşulsuzmuş gibi davranırlar;yaşamlarının her dakikasını derinlemesine ele alırlar.Ama bu yürek köktenciliği onları son derece kırılgan kılar.Her şeyi aynı kefeye koyan o şaşkınlardan farkları yoktur:bir şey yitirdikleri zaman her şeyi yitirirler.Üzüntü içinde ne de kolay bir av ama!Bu ciddi ruhlar özünde yazgının saldırıları karşısında safça büyük açıklar veren zayıf ruhlardır.Ya hep ya hiç demişlerdir ve sürekli acı çekerler,çünkü umutlarıyla düş kırıklıklarının nedenlerini çoğaltıp dururlar.İroni öncelikle her olay karşısında kendilerini bütünüyle ortaya koymamayı,kaynaklarını daha iyi yönetmeyi öğretir onlara.Bu aşırı duyarlılıkta insan tüketen bir yan vardır;ruhumuzu çılgın ve acı dolu bir gerilimle yüklü bir duruma sokar.Nasıl ki alışkanlık özdevinimlerin fazlalaşmasına neden olarak istencimizi rahatlatırsa,ironi de yerli yersiz trajik ezgiler tutturmaktan alıkoyar bizi.İnsan sürekli çılgınca sevgi ya da nefret hissedemez,her şeye tutkuyla bağlanamaz;ironi öncelikle her türlü tehlikeli yoğunlaşmaya ve aşırı duygusallığın acılarına karşı bize bağışıklık kazandıran bencil bir sakınım geliştirir içimizde:Onun sayesinde,aynı oranda tutkulu karşıtlıklar arasında bir o yana bir bu yana savrulmaktan kurtuluruz.Öte yandan,ironi bize asla düş kırıklığı yaşamama olanağı sağlar,bunun nedeni de onun düş kırıklığından sakınmasıdır.Bu öğütleri dinleyen kişilerin yaşamlarında hep,zamanı geldiğinde talihsizliğin onları gafil avlamaması için sığınacakları bir geri çekilme hattı bulunur.Onlar asla yakalanmaz:Umutsuzluğa düşmüş halleri kollansa…Böyle bir şey olası değildir ki!Avunmuşlardır bile!Gerçek kimlikleri nerededir onların?Gerçek kimlikleri burada değildir,hep başka yer‘dedir,hatta belki de hiçbir yerde…
kadınla baş başa
sanki üç kişiler
der Jules Laforgue Pierrot’ları için.Sofistlere;bütünde hiçbir zaman haklı olmasalar da ayrıntıda asla yanılmayan ve Bergson’un koşutçular konusunda söylediği gibi her zaman iki düşünce arasında duran o hilekârlara benzer onlar.Zincirleme tasımları,yutturmacaları ve bilmeceleriyle bu ironi Panurge’lerini güç duruma düşürmek öyle kolay değildir!Panurge bizim bilincimizdir:Sayısız bölüme ayrılan ve suçüstü yakalandığı her sefer kaçıveren,uçucu,anlaşılmaz,afacan bilincimiz tıpkı Hieronymus Bosch’un Saint-Germain-en-Laye’deki gözbağcısı ya da Jan Steen’in şarlatanları,hokkabazları ve dolandırıcıları gibi binbir türlü numara çevirebilir.Dolap çevirip bir engeli ortadan kaldırmakta,hile yapmakta,dalavereyle düşüncenin zayıf noktasını gizlemekte,süreksizi sürekli olarak görmemizi sağlamakta eşsiz bir beceri sergiler ve onu yakaladığımızı sandığımız anda duyumsanmaz biçimde kaçıp gidiverir…
Vladimir Jankélévitch, cogito ( Sayı: 57 / Kış 2008 )
çev.Orçun Türkay

Hiç yorum yok: