Başımdan tek bir serüven geçmedi. Hikayeler, olaylar, kazalar ne isterseniz var bende. Ama serüven yok. Bu sözcüklerle ilgili bir soru değil, şimdi anlıyorum. Farkında olmadan, kendisine her şeyden daha fazla bağlandığım bir şey vardı. Aşk değildi bu, Tanrı da değildi, ün kazanmak, zengin olmak da değildi. Bu... Kısacası, belli zamanlarda hayatımın, zor rastlanır, değerli bir nitelik kazanacağını ummuştum. Olağanüstü durumlar söz konusu değildi. Bütün istediğim biraz şaşmazlıktı. Hayatımın göz alıcı hiçbir yanı yoktu, ama ara sıra, söz gelimi kahvelerde müzik çalındığı zaman, geçmişe yönelip bir zamanlar Londra' da, Meknés' te, Tokyo'da tatlı anlar geçirmiştim, benim de başımdan serüvenler geçmişti diyordum. Bu, elimden alındı bugün. Ortada hiçbir neden yokken, birden on yıldır kendime yalan söyleyip durduğumu anladım. Serüvenler kitaplardadır. Kitaplarda anlatılanların hepsi hayatta gerçekleşebilir tabii, ama aynı biçimde değil. Oysa benim için o gerçekleşme biçimi önemliydi.
Önce, başlangıçların gerçek başlangıçlar olması gerekiyordu. Yazık! Ne istediğimi şimdi o kadar açıklıkla görüyorum ki! Süreyi pekleştiren, sıkıntıları kesip atan, bir caz havasının ilk notaları, trompetlerin tiz sesleri gibi ortaya çıkan gerçek başlangıçlar; daha sonraları "Bir Mayıs akşamıydı, gezinmeye çıkmıştım," diye söz açtığımız, ötekilerden ayrı tuttuğumuz akşamlar gerekliydi. Gezintiye çıkarsınız, ay yeni yükselmiştir, tembel, bağımsız, boşalmış gibi duyarsınız kendinizi. Sonra birden, "Bir şey oldu," diye düşünürsünüz. Karanlığın içinde bir şey çıtırdar ya da tüy gibi bir gölge sokağın bir ucundan öte ucuna geçer; hangisi olsa olur. Ama bu önemsiz olay, ötekilerine benzemez. Bu olayın, çevresi sisler içinde kaybolan kocaman bir şeklin başlangıcı olduğunu birden kavrarsınız. O zaman, "Bir şey başlamak üzere," dersiniz.
Bir şey, sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız. Bu ölüme, belki benim de sonum olan bu ölüme sürüklenirim. Geriye dönmek elimden gelmez. Her an, ardından geleni getirmek için ortaya çıkar. Her âna, bütün varlığımla sarılırım. Onun yerine başkasının konulamayacağını, onun başkasına benzemediğini bilirim. Ama onu yitip gitmekten alıkoymak için bir şey de yapamam. Berlin'de ya da Londra'da iki gün önce rastladığım bir kadının koynunda geçirdiğim dakikanın (çılgınca sevdiğim dakikanın, neredeyse aşık olacağım kadının) da sona ereceğini bilirim. Birazdan, başka bir ülkeye gitmek üzere yola çıkacağım. Bu dakikayı da, bu kadını bulamayacağım bir daha. Her saniyenin üzerine titrer, her birini emip bitirmek isterim. Hiçbir şey gözümden kaçmaz. Her şeyi unutulmaz bir biçimde yerleştiririm gönlüme. Ne o güzelim gözlerin kaçamak sevecenliğini, tatlılığını, ne sokağın gürültüsünü, ne de neredeyse ışıyacak günün aldatıcı aydınlığını gözden kaçırırım. Ama dakikalar yine de geçip gider. Durduramam onları. Geçip gitmelerinden hoşlanırım.
Sonra ansızın, bir şey çattadak kırılır. Serüven bitmiştir artık. Zaman gündelik gevşekliğini alır. Geri dönerim, o güzelim müziksel şeklin ta ardımda, geçmişin içine batıp gittiğini görürüm. Gittikçe ufalır; gömüldükçe dertop olur, başlangıcını sonundan ayıramam şimdi. Bu pırıl pırıl noktayı gözlerken, ölümle karşılaşmak, para pul kaybetmek uğruna da olsa hepsini, aynı durumlar içinde, baştan başa, yeniden yaşamak isteyeceğimi düşünürüm. Ama bir serüven yeniden başlamadığı gibi uzayıp gitmez de.
Evet, bunu isterdim. İşin garibi, hâlâ aynı şeyleri istiyorum. Ben ki bir zenci kadın şarkı söylerken bunca mutluluk duyuyorum; hayatım o melodinin özü olsaydı, kim bilir hangi yüksekliklere erişemezdim.
Düşünce, o adlandırılamayan, hâlâ şurada. Sessiz sedasız bekliyor. Şimdi sanki şöyle diyor:
"Öyle mi? İstediğin bu muydu? Ama sen onu hiç elde etmedin ki. Kendini sözcüklerle aldattığını, yolculuklarının hiçliğini, kızlarla oynaşmayı, heriflerle dalaşmayı, cıncık-boncuğu serüven diye adlandırdığını hatırlasana! İstediğini hiçbir zaman da elde edemeyeceksin. Başka birisi de elde edemeyecek."
Ama niçin? NİÇİN?
Can Yayınları, 1997, syf: 56-57-58
çev. Selâhattin Hilâv
Artistic Sculpture by Anthony Cragg

Jean-Paul Sartre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jean-Paul Sartre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sözcükler-Yazmak / Jean-Paul Sartre
...Yaşamayı sevmediğim için ölüm benim baş dönmemdi:Bende uyandırdığı dehşeti açıklayan da budur.Ölümü şan ve şerefle özdeşleştirerek,onu amacım yapmıştım.Ölmek istedim;kimi zaman korku,sabırsızlığımı donduruyordu:Ama hiçbir zaman uzun sürmüyordu bu;kutsal sevincim yeniden doğuyordu ve kemiklerime kadar yanacağım o yıldırım düşüşünü bekliyordum.En derin niyetlerimiz,tasalarım ve kaçışların çözülmesi olanaksız bir yumağıdır;varoluşumu bağışlatmak için yaptığım çılgınlık dolu girişimin,yalanlara ve korkaklığa rağmen bir geçerliği olduğunu görebiliyorum:Bunun kanıtı da elli yıl sonra hâlâ yazıyor olmamdır.Ama işin derinine inince,bunda ileriye doğru bir kaçış,Gribouille (yağmurdan kaçınmak için ırmağa atlayan folklor kahramanı) tarzı bir intihar görüyorum;epopeden çok,kurban oluştan çok,ölümdü aradığım şey:Uzun süre,tıpkı doğduğum gibi herhangi bir yerde ve herhangi bir şekilde öleceğimden ve bu belirsiz göçüp gitmenin belirsiz dünyaya gelişimin yansısı olmasından korkmuştum.Ama belirlenen geleceğim her şeyi değiştirmişti:Kılıç darbeleri geçip gidiyor,yazılar kalıyordu ve Bağış sahibinin,Edebiyat'ta,kendi Bağışına,yani katışıksız bir nesneye dönüştüğünü keşfetmiştim.Rastlantı beni insan yapmıştı,gönül yüceliği de kitap yapacaktı; gevezeliklerimi,bilincimi,bronz harflere dökebilir,hayatımın gürültü patırtısını,ölümsüz yazıtlar haline getirebilir,tenimin yerine bir üslup,zamanın yumuşak sarmallarının yerine ebediliği koyabilir;Kutsal Ruh'un karşısına bir dil çökeltisi olarak çıkabilir,insan ırkı için bir musallat fikir haline gelebilir,yani nihayet bir başkası; kendimden bir başkası,ötekilerden ve her şeyden başkası haline gelebilirdim.Kendime sonsuza dek var olacak bir beden vermekle işe başlayacak ve daha sonra,tüketicilere sunacaktım varlığımı.Yazı yazma zevki için değil, ama sözcüklerle bu şanlı şerefli bedeni şekillendirme hazzı için yazacaktım.Mezarımın yükseklerinden bakınca, dünyaya gelişimi zorunlu bir kötülük ve bir başka varlığa dönüşümümü hazırlayan tam anlamıyla geçici bir tenleşme olarak görüyordum:Yeniden doğmak için yazmak gerekiyordu ve yazmak için de bir beyne,gözlere ve kollara ihtiyacınız vardı.İşinizi sona erdirdiğiniz zaman,bu organlar kendi içlerine çekilmiş ve emilmiş olacaklardı;1955 yılı civarında bir larva yarılıp açılacak ve sayfalardan yapılmış kanatlarını hızla çırpan yirmi beş kelebek,Ulusal Kitaplığın bir rafına konmak üzere çıkacaktı onun içinden.Bu kelebekler ben olacaktım kuşkusuz.Evet ben,yani yirmi beş cilt,on sekiz bin sayfa ve yüz illüstrasyon;yazarın bir portresi de var. Kemiklerim,deri ve karton,parşömenden tenim tutkal ve küf kokuyordu;altmış kilo kağıt içinde kas kas kuruluyordum ve içim rahattı.Yeniden doğmuş ve nihayet düşünen,konuşan,şarkılar söyleyen,kızıp gürleyen ve kendini,maddenin inatçı hareketsizliğiyle ortaya koyan dört dörtlük bir adam olmuştum.Ellerine alıyorlardı beni,açıyorlardı,masanın üzerine seriyorlardı,ellerinin ayasıyla şöyle bir düzeltiyorlardı,kimi zaman da çatırdatıyorlardı.Yaptıklarına razı oluyordum,ama birdenbire şimşek gibi çakıyor,gözleri kamaştırıyor, ta uzaklardan kabul ettiriyordum kendimi;kudretim zamanı ve mekânı bir baştan öteki başa geçiyordu,kötüleri perişan ediyor,iyileri koruyordu.Hiç kimse unutamazdı beni,sözümü etmeden de geçemezdi;ben,kolayca kullanılabilir,korkunç ve koskoca bir fetiştim.Bilincim de un ufak olmuştu;aman ne kadar iyi!Başka bilinçler yüklenmişti beni.Okunuyordum ben,herkesin gözü üzerimdeydi;benden söz ediyorlardı,dillerde geziyordum, evrensel ve tekil bir dildim:Binlerce bakışta,beklenen bir merak konusu oluyordum;sevmesini bilen için, onun en mahrem tedirginliğiydim,ama bana dokunmak isterse,ortadan siliniyor ve kayboluyordum:Hiçbir yerde yoktum ve nihayet kendimdim!Her yerdeydim;insanlığın asalağıydım ve iyiliklerim onu kemiriyor ve yokluğumu sürekli olarak yeniden canlandırmakla yükümlü kılıyordu...
Can Yayınevi,1997,s.150-51-52
çev.Selâhattin Hilâv
Sözcükler-Okumak / Jean-Paul Sartre
...Dinimi bulmuştum artık:Hiçbir şey bir kitaptan daha önemli görünmüyordu bana.Kitaplığı,bir tapınak olarak görüyordum.Bir "molla"nın torunu olan ben,dünyanın çatısında,altıncı katta,Ana Ağacın en yüksek dalına tünemiş olarak yaşıyordum:Ağacın gövdesi asansör kabinesiydi.Balkona çıkıyor;yoldan gelip geçenlere küçümseyerek bakıyor,benim gibi sarı bukleleri ve körpe bir kadınsılığı olan akranım komşu kız Lucette Moreau'yu parmaklıkların arasından selamlıyordum.Sonra cella'ya(hücre) ya da pronaos'a(tapınakların ön bölümü) geçiyordum,ama hiçbir zaman kendim olarak aşağı inmiyordum oralardan;annem beni Luxembourg Bahçesi'ne götürdüğünde,yani her gün,önemsiz yanlarımı bu bayağı yerlere adeta ödünç veriyordum;ama şanlı bedenim tüneğinden hiç ayrılmıyordu ve sanırım hâlâ oradadır.Her insanın doğal bir yeri vardır;gurur da değer de saptamaz onun yüksekliğini,ama çocukluk karar verir her şeye.Benimki,damlara bakan bir Paris altıncı katı. Vadilerde uzun zaman boğulur gibi oldum,ovalardan bıktım:Mars gezegeninde sürünüyordum,basınç eziyordu beni;yeniden neşelenmem için bir köstebek yuvasının üzerine çıkmam yetiyordu:Simgesel altıncı katıma ulaşıyordum böylece.Edebiyatın seyrelmiş hafif havasını yeniden soluyordum,evren ayaklarımın dibinde uzanıyordu ve tek tek,alçakgönüllülükle,kendisine bir ad verilmesini rica ediyordu;ona bir ad vermek,onu hem yaratmak,hem de ona sahip olmaktı.Bu temel yanılsama olmasaydı,hiçbir zaman yazı yazmazdım ben.
Bugün,22 Nisan 1963'te, yeni bir evin onuncu katında bu kitabın müsveddesinde düzeltiler yapıyorum; açık pencereden bir mezarlığı,Paris'i,masmavi Saint-Cloud tepelerini görüyorum.Ne kadar inatçı olduğumu gösteriyor bu.Oysa her şey değişti.Çocukluğumda,bu yüksek yeri hak etmek istemiş olsaydım,güvercinliklere bu düşkünlüğüm,gözümün yükseklerde oluşunun,gösteriş merakının ya da kısa boylu oluşuma karşı benimsediğim bir ruhsal telafinin sonu olarak görülebilirdi.Hayır,kutsal ağacıma tırmanmak söz konusu değildi;onun üstündeydim zaten ve aşağı inmeyi reddediyordum.kendimi insanların üstünde tutmak da istememiştim.Şeylerin uçup duran benzerleri arasında tertemiz esirde yaşamak istiyordum.Daha sonra,balonlara yapışmak yerine,bütün çabamı aşağı inmek için harcadım;kurşun tabanlı ayakkabılar giymek gerekiyordu.Şansım yaver gittiğinde,çıplak kumlarda adlarını icat etmem gereken sualtı türlere süründüğüm oldu.Bazen de elden gelen bir şey yoktu;karşı konmaz bir hafiflik su yüzünde tutuyordu beni.Sonunda yükseklik göstergem bozuldu;kimi zaman yukarılardaydım , kimi zaman da elbise giymiş bir dalgıç gibi derinlerde; kimi zaman da mesleğimizin gereği olarak aynı zamanda her iki durumdaydım:Huyum dolayısıyla yukarılarda oturuyorum ve umuda da kapılmadan aşağılarda burnumu her şeye sokuyorum demektir bu...
Can Yayınevi,1997,s.49-50
çev.Selâhattin Hilâv
Bugün,22 Nisan 1963'te, yeni bir evin onuncu katında bu kitabın müsveddesinde düzeltiler yapıyorum; açık pencereden bir mezarlığı,Paris'i,masmavi Saint-Cloud tepelerini görüyorum.Ne kadar inatçı olduğumu gösteriyor bu.Oysa her şey değişti.Çocukluğumda,bu yüksek yeri hak etmek istemiş olsaydım,güvercinliklere bu düşkünlüğüm,gözümün yükseklerde oluşunun,gösteriş merakının ya da kısa boylu oluşuma karşı benimsediğim bir ruhsal telafinin sonu olarak görülebilirdi.Hayır,kutsal ağacıma tırmanmak söz konusu değildi;onun üstündeydim zaten ve aşağı inmeyi reddediyordum.kendimi insanların üstünde tutmak da istememiştim.Şeylerin uçup duran benzerleri arasında tertemiz esirde yaşamak istiyordum.Daha sonra,balonlara yapışmak yerine,bütün çabamı aşağı inmek için harcadım;kurşun tabanlı ayakkabılar giymek gerekiyordu.Şansım yaver gittiğinde,çıplak kumlarda adlarını icat etmem gereken sualtı türlere süründüğüm oldu.Bazen de elden gelen bir şey yoktu;karşı konmaz bir hafiflik su yüzünde tutuyordu beni.Sonunda yükseklik göstergem bozuldu;kimi zaman yukarılardaydım , kimi zaman da elbise giymiş bir dalgıç gibi derinlerde; kimi zaman da mesleğimizin gereği olarak aynı zamanda her iki durumdaydım:Huyum dolayısıyla yukarılarda oturuyorum ve umuda da kapılmadan aşağılarda burnumu her şeye sokuyorum demektir bu...
Can Yayınevi,1997,s.49-50
çev.Selâhattin Hilâv
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)