Platon ve Nietzsche Arasında Bir Diyalog / Örsan K. Öymen




Bu diyalog,Antik Yunan filozofu Platon (İ.Ö428-348) ve 19.yy Alman filozofu Friedrich Nietzsche (1844-1900) arasında geçmektedir.Doğal olarak böyle bir diyalog bu iki büyük filozof arasında hiç gerçekleşmemiştir.Söz konusu diyalog,Platon'un eserlerini diyaloglar halinde yazmış olmasından esinlenerek,Platon ve Nietzsche'nin felsefelerinin,iki filozof arasındaki karşıtlıkların anlaşılması amacıyla,yazar tarafından kaleme alınmıştır."Bold"  biçimde yazılmış cümleler doğrudan Platon ve Nietzsche'nin eserlerinden alınmıştır.Söz konusu ifadeler Platon ve Nietzsche'nin kendi ifadeleridir.Bütünlüğü sağlamak amacıyla,gerektiğinde,Platon ve Nietzsche'nin metinlerindeki bazı cümleler kısaltılmış,farklı yerlerdeki bazı cümleler birleştirilmiştir."Bold" olmayan biçimde yazılmış cümleler;Platon ve Nietzsche'nin felsefelerine ve tarihsel olgulara uygun olarak,yazar tarafından kurgulanmıştır.Platon ve Nietzsche'ye ait ifadeler,yazar tarafından,kaynakçadaki eserlerden Türkçeye çevrilmiştir...


1888 yılı,İtalya'nın Torino kenti,Eylül ayı.Yaşamının bir bölümünü burada geçiren Alman filozof Friedrich Nietzsche,ılık ve rahat bir yaz bitimi havasında,İtalyan usulü güzel bir akşam yemeği yer;şarabını içer;daha sonra bitmek üzere olan Putların Alacakaranlığı başlıklı kitabı üzerinde çalışmaya devam eder.Birkaç saatlik bir çalışmadan sonra,Nietzshe uykuya dalar.Rüyasında,eserlerinde sık sık eleştirdiği,Antik Yunan filozofu Platon ile Atina'da karşılaşır ve onunla uzun bir diyaloğa girer:
Nietzsche: Şu anda Torino'da olmalıyım,ama Akropolis'in görüntüsünden anlıyorum ki galiba Atina'dayım.Bu ne kadar müthiş bir olay.Acaba bana ne olduğunu açıklayabilir misin?
Platon: Atina'ya hoşgeldin Nietzsche.Ne olduğunu açıklayayım.Sen zamanda geriye doğru bir yolculuk yaptın ve şu anda benim zamanıma gelerek kendini bir anda Atina'da benim karşımda buldun.Umarım kentimizi sever,burada rahat edersin.Seni en iyi şekilde ağırlamak için elimden geleni yapacağım,merak etme.
Nietzsche: Sen kimsin sorabilir miyim acaba?
Platon: Benim adım Platon.Sokrates'in öğrencisi,Yunanlı filozof Platon.
Nietzsche: Ne! Platon mu? İnanamıyorum.Sen gerçekten Platon musun?
Platon: Evet öyleyim.Tanıyamadın mı?
Nietzsche: Bilemiyorum ki.Sana ait olduğu söylenen birkaç heykelini görmüştüm,ama her birisi farklıydı,hangisi gerçekten senin heykelin onu bilemedim doğrusu.Ama Platon olduğunu söylüyorsan öyledir herhalde.Ama bu çok önemli değil şu anda.Ben seni yazdığın metinlerden tanıyorum.Gençliğim senin kitaplarını okumakla geçti.Basel Üniversitesi'nde hocayken de senin kitaplarını okuttum öğrencilerime,hem de Yunanca.
Platon: 2500 yıl sonra bile hatırlanmak güzel şey Nietzsche.Demek ki bu dünyada bir iz bırakmışım,ne dersin?
Nietzsche: Bir iz bıraktığın kesin! Ama bu iz keskin ve ağır bir yara izi de diyebiliriz.Ruhun ölümsüz olduğuna inandığına göre,senden çok fazla hoşlanmadığımı da öğrenmişsindir.
Platon: Evet hepsini biliyorum.Doğrusu bunları bir de senden duymak için seni buraya ben getirdim.Senin de insanlık tarihinde çok büyük bir iz bırakacağını görüyorum şimdiden.O nedenle seninle hem tanışmak hem de düşüncelerini öğrenmek,seninle hesaplaşmak istedim.Tabii yanlış anlama sakın,bu entelektüel bir hesaplaşma.Belki birlikte bir yerlere varabiliriz,uzlaşabiliriz.
Nietzsche: Doğrusu bu olanaklı mı bilmiyorum.En son uzlaşacak iki kişi herhalde biz oluruz.Yazdığın diyaloglarda olduğu gibi,Sokrates’in ağzıyla kendini sürekli haklı çıkartma yöntemin benimle pek yürümeyecektir,bunu baştan söyleyeyim.Çok açık konuşmak gerekirse,sizi,yani Sokrates ve Platon’u,çöküşün,çürümenin göstergesi olarak,Yunanistan’ın dağılışının  temsilcileri, sahte-Yunan,anti-Yunan olarak gördüm her zaman.
Platon: Bu biraz ağır bir eleştiri olmadı mı sence?Neden bir çöküşü,çürümeyi isteyim ben? Aksine bir yükseliş,bir kurtuluş peşindeyim.
Nietzsche: Senin kurtuluş olarak,yükseliş,aydınlanma olarak gördüğün şey,benim için çöküşün ta kendisi Platon. Akıl=erdem=mutluluk biçimdeki Sokratik denklemin hangi mizaçtan kaynaklandığını anlamaya çalışıyorum:denklemlerin içinde en acayip olanı ve özel olarak ve özel olarak eski Hellenlerin içgüdülerinin tamamıyla karşısında olan bir denklem.
Platon: Nietzsche,ben içgüdülerin karşısında olabilirim,ama aklın karşısında değilim.Hellenlerin akıl sahibi olması için çalışıyorum.
Nietzsche:  Hellenlerin akıl sahibi olması için çalışmaktansa,akıldan bir despot yaratıyorsun Platon.İnsanı akla indirgeyerek,insanı ve yaratıcılığı yok ediyorsun.Sokrates’in yaptığı gibi,akıldan bir zalim ve despot yaratmak,desteklediğin şey bu.Ben Hellenler denince, Herakleitos’u, Sofokles’i, Eshilos’u, Homeros’u anlıyorum, onları özlüyorum, yani senin yok etmeye çalıştıklarını, devletinden kovmak istediklerini.
Platon: Sen de o bulanık dünyanın insanı mı oldun Nietzsche. Benim amacım bu aldatıcı görünüş dünyasından çıkıp doğruyu bulmak, bilgiyi bulmak, insanlara bilgeliği aşılamak. Sen akıl yürütmekten yoksun sanatçılarla ve sözde filozoflarla meşgulsün sürekli. Şöyle anlatmaya çalışayımSesleri ve görüntüleri sevenler,güzel tonlarda, renklerde, şekillerde ve sanatın buradan çıkarttığı her şeyde zevk alırlar;ancak onların düşünceleri,güzelliğin kendi içindeki doğasını kavramaktan ve bundan zevk almaktan yoksundur. Tragedya şairleri ve tüm diğer taklitçiler; bu tür sanatlar, bir panzehir olarak şeylerin gerçek doğası hakkında bilgi sahibi olmayan tüm dinleyicilerin zihnini yozlaştırmaktadır. O zaman tragedyayı ve onun öncüsü Homeros’u da dikkatle incelemek gerekmiyor mu? Çünkü onların ürettikleri hayaller ve aldanışlardır, gerçeklikler değildir. O zaman şunu söylemeliyiz ki,Homeros ile başlayan bütün şiirsel güruh, mükemmeliyetin  imgelerinin taklitçileridirler ve doğruluğa sahip değildirler. Şiir ve genel olarak taklitçi sanatlar doğruluktan çok uzak bir ürün ortaya koymaktadırlar ve ruhun akıldan uzak bölümüyle ilgilidirler. Dolayısıyla taklitçi şairi iyi düzenlemiş bir devlete almamakla, dahil etmemekle haklı oluruz, çünkü o ruhtaki bu özelliği stimüle etmektedir ve beslemektedir ve onu güçlendirerek ruhtaki rasyonel bölümü yok etmek eğilimdedir. Şiirsel taklidin etkileri, cinsellik ve öfke ile ilişkili duyguların ve ruhun eylemlerimize etki eden tüm arzuları, acıları ve hazları ile aynıdır. Çünkü şiir bu duyguları sular ve besler,oysa bizim yapmamız gereken onları kurutmaktır. Şiir o duyguları ruhu yöneten şeyler olarak ortaya koyar,oysa daha kötü ve sefil insanlar olmaktansa daha iyi ve mutlu insanlar olmak amacıyla yapılması gereken şey,o duyguların yönetilmesidir. Sonuçta tragedya şairleri,zalimliğin ve despotluğun öyküsünü okuduklarından dolayı, onları devletimize almadığımız için bizi herhalde anlayışla karşılayacaklardır. O zaman öyle görünüyor ki,her şeyi taklit eden bir adam bizim kentimize gelirse,sunmak istediği şiirleri de beraberinde getirirse,bizim kentimizde bu çeşit bir insan olmadığını,bizim aramızdan böyle birisinin çıkmasının da yasal olmadığını ona söylemeliyiz ve onu,başından aşağı reçine döküp ve pamuk parçalarıyla taçlandırıp başka bir kente göndermeliyiz.
Nietzsche: Platon,neyse ki senin devletini kurmayı başaran kimse olmadı. Ama başka boyutlarda benzerlerini kuran çok oldu ve sorun da bu zaten. Ama o noktaya gelmeden önce,tüm bu saçmalıkları nereden çıkarttığını, örneğin şeylerin gerçek doğasıyla,güzelliğin kendi doğasıyla, doğrulukla, gerçeklikle, görünüşle, aldatmacayla neyi kastettiğini anlatır mısın lütfen?
Platon: Şunu anlatmaya çalışıyorum. Birçok güzel şeye bakan ancak güzelliğin kendisini göremeyen ve başkasının ona yönlendirmesini takip edemeyen,birçok adil şeye bakan ancak adaletin kendisini göremeyenler ve bunun gibi tüm durumlarda bu tür kişiler her konuda inançlara sahiptirler ancak inandıkları şeyler hakkında hiçbir şey bilmemektedirler. Öte yandan, her durumda şeylerin kendilerini düşünenler,onların inanca sahip olmadıklarını,bildiklerini söylemeliyiz. Zihni ezeli ve edebi,başı sonu olmayan gerçekliklere sabitlenmiş kişi,insanların adi ve ufak tefek işlerine,aşağı doğru bakmaz,o, bakışını ezeli ve edebi olana,değişmeyen düzene sabitler. Ruh doğrunun ve gerçekliğin ışık saçtığı ve parladığı alana sabitlendiği zaman onları kavrar,bilir ve akıl sahibi olur;ancak karanlıkla iç içe geçmiş alana,oluşan ve geçen dünyaya yöneldiği zaman,sadece inanç sahibi olur.
Nietzsche: Karanlık neresi,aydınlık neresi,bu garip ve çarpık ayrımı biraz daha açıklar mısın?
Platon: Buna peşinen neden garip ve çarpık dedin anlayabilmiş değilim. Yine de açıklamama izin ver. İki şey vardır,birisi düşünülen düzene ve alana hakimdir,diğeriyse göze görünür olan dünyaya. Bu iki çeşidi eminim ki kavrıyorsundur,görünen ile düşünülen olan. Bunu iki aynı olmayan bölüme ayrılmış bir çizgiyle temsil edelim ve bu her iki bölümü de ikiye bölelim,yani görünen alan ile düşünülen alanı da bölelim ve onların açıklık ve bulanıklık derecesini anlatması amacıyla, görünen dünyanın bir bölümünde hayaller, imgeler olsun. Bundan kastım, gölgeler ve sudaki yansımalar ve bunun gibi şeyler. İkinci bölümde imgelerin türetildiği, benzerleri, suretleri ilk bölümde olan, hayvanlar, bitkiler ve insan tarafından üretilen tüm nesneler olsun. Şimdi düşünülen bölümdeki ayrımı nasıl yapacağımızı anlayalım. Şu ayrımı yaparak: Bir bölümde ruh, bir önceki bölümde taklit edilen şeyleri, imge olarak, benzerlikler olarak anlayarak araştırma yapar ve varsayımlar aracılığıyla bir ilk ilkeye doğru ilerlemez, bir sonuca varır, sonuca yönelik çıkarım yapar. Öte yandan başka bir bölüm daha vardır ki, burada varsayımdan bir başlangıca veya varsayımı aşan ilkeye doğru ilerler ve burada diğer bölümdeki imgelerden hiç yararlanmaz, sadece idealara dayanır ve idealar arasından sistematik bir biçimde ilerler. Şimdi, düşünülen alanın diğer bölümünden, aklın kendisinin diyalektiğin gücüyle kavradığı şeyi kastediyorum, burada akıl, algı nesnesinden hiçbir biçimde yararlanmaz, sadece saf idealardan yararlanır, idealar arasından idealara doğru ilerler ve yine idealar ile sonlanır. Bu dört bölümle ilişkili olarak ruhta dört durumdan söz edebiliriz. En üst bölümde bilgi, akıl, ikinci bölümde anlama, düşünce, üçüncü bölümde inanç, ikna son bölümde ise tahmin, illüzyon söz konusudur. Onların açıklık ve netlik dereceleri de, nesnelerin doğruluklarıyla orantılıdır.
Nietzsche: Bu sabit olana, değişmez olana, ezeli ve ebedi olana yönelik takıntın nedir anlamıyorum Platon! Sen açık biçimde yaşamdan kaçıyorsun, yaşamı değilliyorsun, yaşamı olumlamıyorsun. Geçenlerde birisi sormuştu,filozofların temel özellikleri nedir diye. Bana filozofların mizacını mı soruyorsunuz? Tarihsel anlamdan yoksunlukları, oluş düşüncesine yönelik nefretleri, Mısırlılıkları. Ezeliyetin ve ebediyetin bakış açısıyla bir şeyi tarihsellikten çıkardıkları zaman, onu mumyalaştırdıkları zaman, ona bir onur ve şeref verdiklerini düşünüyorlar. Filozofların bir milenyum boyunca ilgilendikleri şey kavramsal mumyalardır; gerçek olan hiçbir şey ellerinden canlı olarak kaçamamıştır. Öldürürler, içini doldururlar, tapındıkları zaman da, bu kavramsal puta tapanlar, her şey için ölümlü bir tehlike haline gelir. Ölüm ,değişim, yaş ve aynı zamanda yaratım ve büyüme onlar için itirazlardır, hatta çürütmelerdir. Olan oluşmaz, oluşan olmaz. Hepsi, neredeyse umutsuzluk noktasında, olana inanıyorlar. Ancak onu elde edemedikleri için, onun onlardan neden uzak tutulduğuna dair gerekçelere bakıyorlar.”Bir illüzyon olmalı, olanı algılamamızı engelleyecek bir yanılsama, bir aldatma olmalı, aldatanı acaba nerede bulacağız?” Sonra keyif içinde çığlık atıyorlar, “İşte bulduk, bizi aldatan duyu algılarımızdır! Şu algılar, aynı zamanda ahlaksız olan şu algılar, bizi gerçek dünya konusunda aldatan onlar. Ahlaklı: aldatıcı algılardan, oluşandan, tarihten, yanlıştan kaçmak. Tarih algılara, yanlışa inançtan başka bir şey değildir. Ahlak: duyu algılarına inananların, insanlığın kalan tüm kısmının reddedilmesi. Filozof ol, bir mumya ol, mezar kazıcı edasıyla monotono-teizmi temsil et. Ve her şeyden önce bedeni bir kenara at, mantığın her hatasıyla enfekte olmuş, çürütülmüş, olanaksız algıların o acınacak haldeki saplantısı olan bedeni kenara at.
Platon: Ben böyle garip bir yaklaşımla hiç karşılaşmadım Nietzsche. Söylediklerini anlamakta güçlük çekiyorum. Ayrıca bu monoto-teizm nedir?
Nietzsche: Ona daha sonra değineceğim, o seninle çok doğrudan ilgili bir şey, ayrıca ruhun ölümsüz olduğuna göre senden sonra tektanrıcılığın, Hıristiyanlığın başımıza neler açtığını öğrenmiş olman gerekir! Sen çoktanrıcı bir dünyada yaşadığın için bu sıkıntıları çekmedin tabii ki!
Platon: Ben Hıristiyan değilim ki! Nereden çıktı bu?
Nietzsche: Hıristiyanlık “halk” için Platonculuktur…..



Örsan K. Öymen,cogito ( Sayı:62 / Bahar 2010 )

Hiç yorum yok: