Ten, Ben ve Gen / Bülent Somay

   " Ten" dediğimizde neden bahsettiğimiz ilk bakışta kolay kolay anlaşılmıyor. Ne de olsa Yepyeni Türkçemizin bize hediye ettiği ikilikler içinde düşünmek zorunda kalıyoruz bazen: Ten, bize "Tin" ile ikilik içinde sunulan bir kavram olduğu için, ister istemez Ruh'un zıddı, dolayısıyla bedenin ( vücut, gövde) de eşanlamlısı olduğu hissine kapılıyoruz. Tabii o zaman bu kadar çok ( beden, vücut, gövde) kelimenin olduğu bir kümeye neden bir yenisi de katılmış diye düşünmek gerekiyor. Herhalde Ten/ Tin ikiliği birilerine pek "şık" görünmüş zamanında. Bana ise ufak tefek Belçikalı gazetecinin adının yarısının Türkçe okunuşu/ Fransızca yazılışı dışında pek bir çağrışım olanağı sunmadığı için, en azından "Tin" kısmını kullanmaktan elimden geldiğince kaçınıyorum (yani beni Hegel'in Ruhun Fenomenolojisi adlı büyük eserine Tinin Görüngübilimi derken yakalayamayacaksınız). Ama "Ten"den kurtulmak o kadar kolay değil: çünkü bir beden eşanlamlısı olmanın yanı sıra, cilt, deri ile de eşanlamlı, üstelik bir de Türkçe'de başka hiç karşılığı olmayan bir İngilizce kavrama, flesh'e de denk düşüyor.
   İngilizce'deki flesh ve meat kavramlarının ikisi de, kaba çeviride "et" demek. İkisinin de Latince'deki karşılıkları carne. Ancak meat daha ziyade yediğimiz ete karşılık düşüyor; günümüz İspanyolcası'na, Latince carne'den gelip de bir yemek terimi olarak kullanılan con carne (etli, kıymalı) gibi. Flesh ise bedenin cevheri olan madde anlamındaki et; Latince aynı kökten gelip de carnal sıfatındaki gibi bedensel, hatta şehevi anlamında kullanılan terim. Dolayısıyla "ten"e bir ev bulduk sayılır: Bedenden ziyade onun cevheri olan şey ten. Dolayısıyla, flesh'e ten, carnal'a da tensel demekte bir sakınca yok; üstelik ten, carnal'daki cinsel/şehevi çağrışımları da karşılıyor. 
   Diyelim ki ten'i beden'in (mükerrer) bir eşanlamlısı olmaktan kurtardık. O zaman da cilt, deri anlamındaki ten ile, flesh anlamındaki ten'in arasında bir çelişme ya da sürtüşme doğmayacak mı? Bence doğmayacağı gibi, faydalı bir örtüşme de sağlayabilir. Ten, deridir, ama hayvan derisi (örneğin post) gibi değil; yalnızca insanlar için kullanırız bu terimi. Ten insanın sınırlarını işaretler, nerede bittiğini gösterir. Bu anlamda, içine sıkışıp kaldığımız bir kafes olarak nitelendiği de olur. Ten kokusu bir insanın tanımlayıcı, hatta bireyleştirici niteliklerinden biridir; üstelik tümüyle cinsel çağrışımlar dizgesi içinde yer alır. Oysa, örneğin İngilizce'de ten kokusuna denk düşen "body odour", daha ziyade rahatsız edici bir şey olarak kullanılır (özellikle de BO şeklinde, baş harfleri kısaltıldığında). Kuşkusuz burada body (vücut) kelimesinin kullanımı oluşturmaya çalıştığım çeviri setini bozuyor, ancak orada da kastedilen vücudun dışının, dış sınırlarının kokusudur, vücudun içinin nasıl koktuğuna dair bir şey söylenmiş olmaz. Dolayısıyla, onların kastettiği de aslında vücudun dışını örten zarf. Ama bu da şaşılacak bir şey değil: Aydınlanma ideolojisiyle oluşmuş modern diller, bedeni zarf, ruhu ya da aklı da mazruf olarak görmezler mi? Belki de o ideolojinin bu ikili kolaycılığına üçüncü bir unsur ekleyerek karşı çıkmalıyız. Bu unsur da, bedenin hem cevheri hem de dış sınırları anlamında bir "ten" kavramı olabilir.
   Ten hem cevherdir (flesh) hem de zarf (skin-deri, cilt). Bir şeyin cevheri onun zarfından başka ne olabilir?...


Cogito, syf.162-163
sayı 44-45 Kış 2006


resim; Tiziano, Aziz Sebastian, ayrıntı, Tahta Oturmuş Aziz Markos ve Azizler'den, 1510

Hiç yorum yok: