İşte Beat Kuşağı! The New York Times Magazine, 16 Kasım 1952 / John Clellon Holmes

   Birkaç ay önce, ulusal bir dergi "Gençlik" ana başlığı ve "Annem Beni Kızdırıyor" alt başlığı ile bir yazı yayınladı. Yazı, marihuana içerek güzelleşen ve bunun hakkında konuşmak isteyen on sekiz yaşında Kaliforniyalı bir kız ile ilgiliydi. Röportajcı onun fikirlerini "esrar"ın hızlı, tempolu dili eşliğinde kaydederken birisi şipşak bir fotoğraf çekti. Karşılaştığınız her beş kişiden birinin kullanıcı olduğu yeni bir kültürün parçası olduğu gerçeğine ve bu durum hakkındaki mücadelesine bakacak olursak, çarpıcı bir fotoğraftı. Solgun, dikkat çekici bir yüzü vardı ve orada yozlaşmaya ilişkin en ufak bir iz bile yoktu. Bu öyle bir yüzdü ki, ancak doğruculuk namına ciddi bir efor sar edilerek suçlu bulunabilirdi. Tek şikayeti "İnsanlar bizi neden rahat bırakmıyor?" idi. İşte bu yüz Beat kuşağının yüzüydü.
   Bu temiz yüz, savaştan beri muntazaman gazetelerde boy gösteriyordu. Bronx'ta bir mahkemede araba çalmak suçuyla hakimin karşısına çıkmadan önce ciddi bir gülümseme ve suçsuz bakışlarla kameraya bakıyordu. Aynı yüz, biraz daha ciddi bir tavırla, eski askeri okul mezunlarını temsilen Life dergisinin sayfalarından size bakıyordu. Çünkü dediğine göre küçük işletmelerin öleceğine inandığından bulabildiği en kapsamlı kuruluşta rahatlık çarklarından biri olmaya karar vermişti. Ve bu yüz biraz daha genç ve biraz daha şaşkın da olsa, Illinois'de ilk bakire olmayanlar kulübü ortaya çıktığında fotoğraflananlarla da aynıydı. Üçüncü Cadde'de bara yaslanmış ve kendini içerek rahatlamanın kollarına bırakmış genç metin yazarıyla, külüstür arabasıyla Rus ruleti oynayan, Los Angeles'ta toplama otomobilin enerjik sürücüsü arasında sadece bir kıta ve birkaç yıl fark vardı. Onlar uçtakilerdi. İkisinin arasında da erkek arkadaşlarıyla şimdi mi yatmalılar yoksa biraz daha mı beklemeliler diye düşünen sekreterler; gelip geçici hevesleri ile Detroit'e giden, birbirlerinden destek alan tamirci erkekler; kokteyllerde birçok ünlüyü tanıyormuş edasıyla davranıp onlardan sık sık bahseden hevesli modeller mevcuttu. Ama yüzler hep aynıydı: Parlak, düzeyli, gerçekçi ve meydan okuyan.
   Tüm bu kuşağı etiketleme girişimi hiçbir zaman pek tatmin edici olmaz. Yine de son savaşı yaşamış olanlar ya da en azından savaş bittiğinde kendine bir içki alabilecek yaşta olanlar, kalitesinin yüksekliği sıfatına bağlı bir üniformaya sahip olmuş gibi görünüyorlar..."Beat" kelimesinin kökleri belirsiz olsa da anlamı Amerikalıların büyük bir çoğunluğu için oldukça açıktır. Katıksız bıkkınlıktan çok, kullanılmışlık, yaralanmışlık hissini ifade eder. Bir bakıma zihnin ve esas olarak ruhun çıplaklığı, bilincin temellerine iniş ile ilintilidir. Kısaca, dramatiklikten uzak bir şekilde kişinin kendi duvarlarına karşı baskı uygulaması anlamına gelmektedir. Bir adam eğer meteliksizken elindeki tüm kaynaklar üzerine iddiaya girebiliyor ise 'beat'tir ve genç kuşak da ilk gençliklerinden itibaren hiç durmadan böyle yapagelmiştir.
   Mensuplarında içgüdüsel bir bireysellik vardır ve bunu yansıtmak için bohemliğe ya da zorlama eksantrikliğe ihtiyaç duymazlar. Kasvetli kriz döneminin kötü kolektif koşulları sırasında doğmuş, küresel bir savaşın kolektif kök söktürücülüğü esnasında sütten kesilmiş olduklarından, kolektif bakış açısına güvenmezlerdi. Ancak hiçbir zaman dünyayı hayallerinden uzakta tutmayı başaramamışlardı. Onların çocukluk hayalleri Münih'in karanlık ışıklarında, Nazi-Sovyet paktında ve karartmalarda ikamet ediyordu. Ergenlikleri milli savunma tahlilleri, gece mesaileri ve askeri kıta intikallerinin tepetaklak dünyasında harcanmıştı. Bağımsız zihinlerini gece yarısından sonra vardıkları ve şafağa yaklaşırken ayrıldıkları kıyı mevziilerinde, meyhanelerde ve USO'larda geliştirmişlerdi.
   Ağabeyleri, kocaları, babaları ya da erkek arkadaşları bir gün telgrafın ucunda, bir sonraki gün ölü bulunabiliyordu. Dünyanın zangırdayan dört köşesinde veyahut fabrikalar ya da yalnız tamirciler tarafından işgal edilen kendi ana vatanlarında, araya giren onca kötü şeyden kalan pek az zamanda, en dipteki ve en zirvedeki insan davranışlarına ilişkin özel deneyimler edindiler. Onlara kalan barış ve huzur sadece bir sonraki gazete manşeti kadar güvenliydi. Soğuk barış dönemiydi. Özgürlüğe karşı olan tutkuları ve (savaşın uyumlulaştırdığı gibi) öldüren bir tempo ile yaşayabilme yetenekleri; karaborsa, caz müziği, uyuşturucular, rastgele cinsellik, işportacılık ve Jean-Paul Sartre'a yönlendirdi. 'Beat'lik daha sonra belirdi.
   Bu savaş sonrası kuşağıydı ve sınırları savaşlarla çizen bir dünyada, çoktan kendini "kayıp" olarak adlandıran diğer savaş sonrası kuşaklarla karşılaştırılmaya başlanmıştı. Kükreyen "20'ler" ve kükremesini sağlamış olan kuşak, duygusal bir yeniden diriliş içindeydi ve yapılan karşılaştırma değerliydi. Kayıp Kuşak, bir spor arabada artık hiçbir şey hiçbir anlam ifade etmediğinden, histerik bir şekilde gülerken bulunmuştu. "Sefahat dolu gelecek" arayışı ile mi yoksa "geçmişten sofuca" kaçış amacıyla mı bilmeksizin Avrupa'ya göç etmişti. Sembolleri dağınık saçlar, kaçak viski mataraları ve "Tenis oynayan var mı?" sorusunda özetlenen umutsuz havailik eğilimleri idi. Bu bir gözünü gerçeklere açma macerasıydı, ta ki kendisi bir göz boyamaya dönüşene kadar. Her davranış, oynadığı kaybolmuşluk dramıyla trajik ya da ironik bir üçüncü kişi tavrına dönüşüyordu ve T.S. Eliot'ın Çorak Ülke'si sezgisi güçlü bir şairin çıkmaz sokak ifadesinden çok daha fazlasıydı. Bu şiirin istilacı atmosferi, okuyucunun her şeyin uyumunun kaybolmaya başladığını hissetmesi ile neredeyse nesnesiz bir kaybediş hissine kapılmasına sebep oluyor; tüm kuşak için, kendi ruh durumuna dehşet verici bir şekilde uyumlu bir imajı yansıtıyordu.
   Ama bugünün vahşi çocukları kayıp değiller. Heyecanlı, çoğunlukla alaycı ve her zaman kararlı olan yüzleri bu kelimeye yakışmıyor, bu kelime onlara çok yapmacık geliyor. Bu kuşak Kayıp Kuşağın birçok sembolik tavrının kullanımına sebep olan mahrumiyet hissinin dokunaklı havasının eksikliğini yaşıyor. Dahası, Kayıp Kuşağın tekrarlayıp durduğu parçalanmış idealler ve ahlaki değerler konusunda atılan çamur yüzünden ağlayıp sızlama hali, onun bu takıntıları bugünkü gençliği hiç ilgilendirmiyor. Onlar bu tür şeylere karşı korkunç derecede vurdumduymazlar. Onlar bu harabede yetiştirildiler ve artık onu fark etmiyorlar. Onlar artık bir şeyleri hayal etmek için değil, "dibe vurmak" ve "uçmak" için içiyorlar. Onların uyuşturucuya ya da rastgele cinselliğe eğilimleri hayal kırıklığından ötürü değil sadece meraktan kaynaklanıyor.
   İçlerinden ancak en ümitsizleri, kendi gerçeklerini kâbus olarak adlandıracak ve gerçekten de bir şeylerini kaybettiklerini dile getirecektir: Geleceklerini. Bir gelecek hayal edebilecek kadar büyüdüklerinden beri, bu gelecek zaten tehlikedeydi. Onlar için kişisel ve sosyal değerlerin olmaması, bastıkları zemini ayaklarının altından kaydıran yeni bir keşiften çok, günübirlik çözümler bulmalarını gerektiren bir problemdi. Nasıl yaşanacağı onlar için neden yaşandığından daha can alıcıydı. İnanç yitimiyle dolu Kayıp Kuşağın aksine, Beat Kuşağı gün geçtikçe daha fazla inanma ihtiyacıyla doluyordu. Voltaire'in eski sağlam şakasının rahatsız edici bir canlandırması gibiydi: "Eğer Tanrı yoksa onu icat etmemiz gerekiyor." Onun yokluğundan hayıflanmak yerine, yoğun ve gelişigüzel bir şekilde her yerde onun adına totemler icat ediyorlar.
   Otoyolda saatte doksan mil hızla ilerleyen  ve hayata ayaklarıyla yön veren nihilistler için, modern dünyaya katlanamadığı için, uçağını bir gün güneşe doğru uçurmak isteyen Kayıp Kuşak şairi Crosby gibileri yoktur. Modifiye araç sürüsü ölümü sadece onu alt etmek için çağırır. İçindeki hayatı bildiği tek yolla ortaya koymaktadır; aşırılıkla. Uyuşturucu ile şarj olmuş yüzü arzularla dolu kız, Fitzgerald'ın yazdığı gibi "içki ya da uyuşturucunun etkisiyle halka açık yerlerden bağırarak çıkartılan kızlar ya da kadınlar" dan değildi. Bunun yerine, ikna edici bir ciddilikle toplumun kendisine asla veremediği "kamu vicdanı"nı marihuanada nasıl bulduğunu anlatıyordu. Büyük ihtimalle gece yarısına kadar Kayıp Kuşaktan meslektaşı kadar çok içmiş olan metin yazarı, Pazar günü akşamdan kalma bir halde “God and Man at Yale”i okuyor olacaktı. Kayıp Kuşaktan farkları, bir şeye ancak kendi içlerinde olduğunda inanmaları ama içlerinde olduğunda da inanmak için ortaya koydukları neredeyse şişirilmiş iradeleriydi. Geleneksel bakış açısıyla "imkansız" görünene bile inanma iradesi. Şu ya da bu yöne doğru aşırıya kaçmayı kaçınılmaz kılan da buydu.
   Yaşlıların Beat Kuşağı'na baktıklarında sarsılmalarının derindeki nedeni, gördükleri olgulardan duydukları tiksintiden çok, onları harekete geçiren tutumdan duydukları sıkıntıdır. Endişelerinin gerçek nedeni bu sıkıntı olsa da tutum yerine olgularla ilgili tartışıyor ya da yasa çıkartıyorlar. Genç bir uyuşturucu bağımlısının gözlerine bakan gazete okuyucusu, sadece taşıyıcıların elektrikli sandalyeye oturtulmasını isteyenlerin çokluğundan duyduğu korku ve şaşkınlığı bulabiliyor. Sosyologlar, daha akademik kaygılarla, en büyük hırsı monolitik bir kuruluşta güvenli bir başlangıç yapmak olan genç erkek kalabalığı hakkında endişe duyuyorlar. Çağdaş tarihçiler gençler arasındaki politik, dini ya da diğer türlü örgütlü hareketlerin eksikliğinden duydukları şaşkınlığı ifade ediyorlar. Yazdıkları makalelerde, kendi kendinin patronu ve doğal bir lider olmanın bizim en değerli ulusal özelliklerimiz olduğunu hatırlatıyorlar. Her yerde temiz ahlak sahibi insanlar başlarını sallıyor ve genç kuşağa neler olduğunu merak ediyorlar.
   Belki de henüz, bir kolda aşırılık ve diğer kolda gelenekçilik olmasının arkasında yatan sebebin, bir insanın hayat felsefesini destekleme mevziisinden, insanların tahammül kapasitesine destek verme mevziisine doğru gerilemiş olmaktan ortaya çıkan "bekle ve gör" politikası olduğunun farkında değiller. Beat Kuşağı fikirlere karşı bağışıklıkları yok, onlardan büyüleniyorlar. Onların savaşı, hem geçmişte hem de gelecekte, her zaman fikirlerin savaşı oldu ve olacak. Onlar yine de, en nihayetinde, çatışmanın kritik anının, insanın bir fikirle değil bir insanla kavga etmesi olduğunu biliyorlar. Aynısı aşk için de geçerli. Bu öyle bir kuşak ki, fikirlere inanmaktan çok fikirlerle eğlenmek gibi bir yeteneğe sahip. Ama inançlarının kısmiliğini ya da hiç olmamasının nedenini bir köşeye bırakırsak, bir kaç yüzyıldır inanca dayalı eylemin saplantılı bir problem olduğu ilk kuşak bu. Bu durum her yerde ortaya çıkıyor ve hayret verici sayıdaki taraf inanmak için şiddetli bir arzu duyuyor.
   Yenilikçiler ve radikal genç Cumhuriyetçiler de dahil olmak üzere bir aşırılıklar kuşağı olduğu gerçeği bir yana, Sezar'ın kim olduğunu Sezar'a kadar ve Tanrı'nın ne olduğunu Tanrı'ya kadar sorguluyorlar. Caz, uyuşturucu ve gece hayatının mistikliği ile yaşayan en sıkı yenilikçinin, yaşadığı "eski kafalı" toplumu yok etmek gibi bir isteği yok, sadece ondan yakasını kurtarmak var. Bir sokak kürsüsüne çıkmak ya da bir manifesto yazmak ona absürt geliyor. Hemen hemen her şeyin onlar için "engel" teşkil ettiği normal dünyaya bakınca, yine de şöyle diyorlar: "Her şeye rağmen burası Arden Ormanları ve eğer ona doğru bakmayı başarabilirsen sıçrayabilir bile." Genç Cumhuriyetçi de, hemen hemen aynı şekilde, çoğu zaman Babbitt'i kendi kültürel kahramanı ilan etmiş gibi görünse, ne Babbitt gibi hoyrat ne de Babbitt gibi materyalist.
   Uyum gösterir çünkü bunun sosyal açıdan pratik olduğunu düşünür, erdemli olduğunu düşünmez. Her iki pozisyonda da, az ya da çok aynı hükmün sonuçları ortaya çıkar; modern hayatın değersiz boşluğunun dayanılmazlığı.
   Aşırılık ve uyma halinin altında, kopmadan başka bir şey daha var: Arayış heyecanı. Yenilikçinin tüm "soğukluğu" (çekilme) ya da "saygısızlığı"nda (coşku) aradığı; sadece başka yerde değil, bir yerlerde olma hissi. Genç Cumhuriyetçi için ötesine geçildiğinde değişimin kaosa dönüştüğü bir nokta var ve onun istediği sadece ayrıcalık ve servet değil iş görebileceği sağlam bir pozisyon. Her ikisi de evsizlikten, değersizlikten, inançsızlıktan yeteri kadar çekmişler.
   Çözümlerinin çeşitliliği ve aşırılığı, bir kuşak olarak kendi gözlemleri ve ilhamlarını, etrafında sınıflandırabilecekleri tek bir eksen bulamamalarının sonucu. Tek bir felsefe, tek bir parti, tek bir tavır yok. Bunun nedeni büyük ihtimalle bildikleri yaşamı bütünüyle yansıtmaya çalışan pek çok Ortodoks ahlak ve sosyal kavramlarının bu konudaki başarısızlığı. Ancak bu yüzden, her birey, çaresiz görünen bir dünyada genç olma problemi ile kendince yüz yüze gelmeye ya da en azından buna katlanmaya zorlanan, kendi içine kapalı birimler haline geliyor.
   Bu kuşağın kendine bir isim vermekte, bir grup olarak tartışılmasında ve hatta bazen kendisi olmaktaki isteksizliğinin nedeni de her şeyden önce budur. Çünkü icat edilmiş tanrılar kendilerine tapınanları istisnasız biçimde hayal kırıklığına uğratıyorlar. Sadece onlara olan ihtiyaç varlığını koruyor, bu ihtiyaç da Beat Kuşağı'nın bir nesneden diğerine her şeyi tüketerek, bir gün onları tüm 'beat'liklerinden yoksun bırakacak geleceğe ilerleyişini yansıtıyor.
   Dostoyevski 1880'lerin başında "Genç Rusya bugünlerde ebedi ve ezeli sorunlardan başka bir şey konuşmuyor," diye yazmıştı. Buna çok benzeyen bir durum değişikliklerle Amerika'da, Amerikanvari bir biçimde gerçekleşiyor; bu kuşağın macerasının ve tutumlarının sadece semptomlar olduğu yeniden değerlendiriliyor. Bir kuşağın bir başkası ile karşılaştırılması sonuçları tam anlamıyla isabetli biçimde ölçemez. Yine de Kayıp Kuşağın hayalkırıklığı ile dolu ama yıkıntılar arasında bir şeylerle meşgul olmaya çalışan, şairane etkisine rağmen tehlikeli olmayan bir kuşak olduğunu söylemek mümkün. Ama bir inanç için çaresiz bir özlem duyan ve hal böyleyken yine de ona önerilen ölçüleri kabul etmeye hazır olmayan bir Beat Kuşağı tamamen başka bir konu. Sonuçta Dostoyevski'nin hakkında yazdığı kuşak, 30 yıl sonra, mahzenlerde buluşup bomba yapıyordu. 
   Bu kuşak bomba yapmıyor olabilir. Büyük olasılıkla birkaç bomba atması talep edilecek ya da üzerine birkaç bomba atılacak; ancak bu gerçek asla akıldan uzakta olmayacak. Onu yaratan baskı unsurlarından birisi bu ve ona ne olacağı büyük bir rol oynayacak. Bu tür kuşakların her zaman çaresizliğin gebe olduğu büyük bir yeni ahlaki fikrin dünyaya gelmesi olasılığını taşıdığına inananlar var. Başkaları ise vurdumduymazlığa, ziyan etmeye, aşikâr toplumsal sorumsuzluğa dikkat çekerek bu görüşe karşı çıkıyor.
   Ama gözlerini açık tutarken sinizmden sakınma yetenekleri, modern hayatın esasen manevi bir problem olduğuna dair günden güne artan inançları, zor bir şekilde yaşayan ve ancak bunu aşabilen insanların sahip olduğu umulmadık bilgelik kapasiteleri, onların değerli varlıkları ve kesinlikle izlenmeye değer. Her şey bir tarafa, bu temiz ve meydan okuyan yüzler buna değer.


Beat Kuşağı Antolojisi
Sel Yayıncılık & 6: 45 Yayın, Haziran 2011, syf. 9-...- 15
hazırlayan Şenol Erdoğan


The original article... 
John Clellon Holmes

Hiç yorum yok: